Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmiş, son fıkrasında da,
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükmüne
yer verilmiştir.
İdari Dava Türleri
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde yer alan idari
dava türleri iptal davaları, tam yargı davaları ve idari sözleşmelerden doğan
davalardır.
İptal Davaları
İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan davalardır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 2. maddesinin 1/a bendinde, iptal
davaları "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan" davalar olarak tanımlanmıştır.
İdarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargısal denetime açık olduğu hukuk
devletinde idarenin hukuka uygunluğunun sağlanmasında en etkin araçlardan biri
"iptal davaları"dır.
İptal davalarındaki sübjektif ehliyet koşulu, doğrudan doğruya hukuk devletinin
yapılandırılması ve sürdürülmesine ilişkin bir sorundur. Dolayısıyla sübjektif
ehliyet koşulunun, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla
denetlenmesini engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir.
İdari yargının varlık nedeni, subjektif hak ihlallerinin giderilmesiyle birlikte
aynı zamanda, idari işlemlerin etkin ve yaygın biçimde hukuka uygunluk
denetiminin yerine getirilmesidir.
Bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının menfaat ilgisini kurdukları idari
tasarrufları, iptal davası yoluyla idari yargı önüne getirmelerinin, idarenin
hukuka uygunluğunun yargısal denetiminin sağlanmasıyla "Hukuk Devleti"nin
gerçekleştirilmesine hizmet edeceği; soruna bu açıdan bakıldığında, klasik dava
türleri dışında idari yargıya özgü bir dava türü olan "iptal davası"nı açan
gerçek veya tüzel kişinin, dava açmakla ulaşmak istediği amaç bakımından klasik
anlamda "davacı"dan farklı olduğu tartışmasızdır.
Tam Yargı Davaları
İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan davalardır.
İdari yargıda tam yargı davası kapsamına giren, idare hukukuna özgü tazmin
telafi ve geri alma davalarından oluşan tazminat davaları, idari faaliyetlerin
hukuka uygunluk denetimi sonucu, ilgililerin sübjektif hukuki durumlarında
ortaya çıkan hak ihlallerinin giderilmesini amaçlayan, idarenin hukuk kuralları
içinde kalmasını sağlayan etkin bir denetim ve yaptırım aracıdır.
Tazminat davası, tam yargı davalarının en belirgin olanı ve en çok kullanılan
türüdür. İdari yargıda açılan tazminat davaları, idari işlem ve idari eylemden
kaynaklanmaktadır. İdari eylemden kaynaklanan tazminat davaları hizmet kurusu
veya kusursuz sorumluluk esaslarına göre incelenmektedir.
Hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun biçimde yürütmek zorunda
olan idarenin, hukuka aykırı eylem yapması veya işlem tesis etmesi, kural olarak
hizmet kusurudur.
Kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağandışı
zararların idarece tazmini; Anayasanın 125.maddesi gereği ve Türkiye
Cumhuriyetinin "Sosyal Hukuk Devleti" niteliğinin doğal bir sonucudur.
İdare, kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen
zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar,
idare hukuku kuralları çerçevesinde, "hizmet kusuru" veya "kusursuz sorumluluk"
ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Öte yandan, nedensellik bağı idarenin
tazmin sorumluluğunun mutlak koşulu da değildir. İdarenin faaliyet alanıyla
ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da,
nedensellik bağı aranmadan "sosyal risk" ilkesi gereğince tazmini gerekmektedir.
İdari Sözleşmelerden Doğan Davalar
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar
hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardır.
Öğretide de kabul edildiği üzere, bir sözleşmenin "idari sözleşme" sayılabilmesi
için, sözleşmenin taraflarından birinin kamu idaresi, kurumu ya da kuruluşu
olması; sözleşmenin kamu hizmetinin yürütülmesi ile ilgili bulunması ve yönetime
özel hukuk yetkilerini aşan yetkiler tanınması gereklidir.
İdari sözleşmenin kurucu unsuru bulunan "Kamu hizmeti" kavramının belirsizliği
konusunda görüş birliği vardır. Anayasa Mahkemesinin 8.6.1994 tarih ve
E:1994/71, K:1995/23 sayılı kararında kamu hizmeti, "devlet ya da diğer kamu
tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, genel
ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu yararı ya da çıkarını sağlamak için
yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir." şeklinde
tanımlanmıştır.